Serbest Piyasaların Kudreti

Yaşam beklentisinin 47 yıldan 78 yıla çıktığı, bebek ölümlerinin yarıya indiği, çocuk felci, tüberküloz, tifo, boğmaca gibi hastalıkların kökünün kazındığı, elektronik ürün fiyatlarını ödemeye yetecek iş gücü saatinde geometrik azalmaların yaşandığı yirminci yüzyıl, insanlık tarihinin en önemli gelişim dönemine damgasını vurmuştur. Bu gelişmede, içinde yaşanılan ekonomik düzenin, yani “pazar ekonomisinin” hatırı sayılır bir rolü olmuştur. Pazar ekonomilerinin hüküm sürdüğü dünyamızda, mağaza raflarındaki ürünlerin ne olacağına karar veren merkezi bir otorite yoktur. Pazar ekonomilerinde mağazalar, raflarında tüketicilerin satın almayı arzu ettikleri ürünleri bulundurur. Üretilen ürünler ise tüketicilerin satın almayı arzuladıkları ve mağazaların raflarında bulundurmak istedikleri ürünlerdir.

Merkezi planlama ekonomilerinde, her sabun fabrikasında üretilecek sabun adedinden, elektrik mühendisliği eğitimi görecek öğrenci sayısına kadar, her kararı devlet bürokrasisi verir. Verilmesi gereken kararlar o kadar çoktur ki merkezi planlama ekonomilerinde, nasıl tanımlanırsa tanımlansın, başarı olasılığı ister istemez çok düşüktür.

Merkezden planlanan ekonomilerde ürünlerin fiyatı satış noktasından satış noktasına değişmez. Kâr kavramı olmadığı için üretici veya perakendeciler arasında rekabet yoktur. Her mağaza deposundaki ürünleri bürokratların kararlaştırmış olduğu fiyata satar ve halka bu ürünleri satan mağaza yöneticileri, elde edilen satış veya kârdan bağımsız olarak, gene bürokratların kararlaştırdığı maaşları alır. Planlanandan daha yüksek satış veya kar gerçekleştiren yöneticiler daha yüksek maaşla ödüllendirilmez.

Bu anlatımdan anlaşılacağı gibi kişilere farklı gelir imkânı veren pazar ekonomilerinde işin tabiatı gereği gelir adaletsizliği oluşacaktır. Bir şehirde köpeklere doğum günü pastası satan bir pastane satış rekorları kırıyor olabilir. Aynı şehirde binlerce evsiz barksız insanın yaşıyor olması da olağan dışı değildir.

Pazar ekonomisinin temel bir varsayımı insanların kendilerine iyi gelecek şekilde davranacaklarıdır. İktisatçı dilinde kişiler azami fayda (utility) elde etmeye çabalarlar. Fayda, mutluluğu çağrıştırsa da daha kapsamlı bir kavramdır. Örneğin tifo aşısı olmak veya gelir vergisini ödemekten elde edilen fayda kişiyi mutlu etmese de tifodan ölmekten veya (ödenmeyen vergiler dolayısıyla) hapse girmekten kurtulmak, uzun dönemde kişiye fayda sağlayacaktır. İktisatçılar insanlara neyin fayda sağladığıyla pek ilgilenmezler. Sadece her bireyin farklı fayda tanımı ve farklı tercihleri olduğunu kabul ederler.

Örneğin varlıklı insanların tercihleri fakirlerinkinden farklıdır. Toplumun zengin kesimi kendilerinden daha az varlıklı kişilere kıyasla gelirlerinin daha yüksek bir oranını çevre korumasına harcar. Benzer bir şekilde gayri safi yurt içi hasılası yüksek ülkeler, düşük ülkelere kıyasla kaynaklarının daha yüksek bir oranını çevre korumasına ayırma tercihini yaparlar.

Zengin fakir tercihleri arasındaki farklılıklar önemli bir soruyu akla getirir: Refah toplumlarında rahat yaşayan insanlar kendi tercihlerini gelişmekte olan ülke vatandaşlarına dayatmaları ne kadar yerindedir? Güney Amerika köylülerinin yağmur ormanlarını keserek dünyada az bulunan ekosistemleri yok ettiklerini duyduğunuzda mideniz bulanıyorsa bir daha düşünün. Eğer sizin de çoluk çocuğunuz açlık ve sıtmadan kırılma tehlikesi içinde olsaydı, siz de baltanızı bilemeye başlardınız.

Tabiatıyla gelişmiş ekonomiler daha az gelişmişlere biraz daha cömert olsalardı, Güney Amerika köylüleri ormanları yok etmekle çocuklarını sıtmadan koruyacak cibinlik almak arasında seçim yapmak zorunda kalmazlardı. Kendi tercihlerimizi hayat şartları çok daha zor insanlara dayatmak pek de adil değildir.

Kişinin kendine azami fayda sağlama arzusu bencillik olarak nitelenemez. Bazılarımız azami faydayı, paramızı kendi maddi isteklerimiz için harcamak yerine fakir öğrenciler için üniversitelere bağışlayarak elde eder. Aslında hayatın karmaşıklığı ve belirsizlikleri karşısında kişinin elde ettiği faydayı maksimize etme çabası basit bir önerme değildir. Verdiğimiz her karar bir tür değiş tokuş veya dengeleme gerektirebilir. İnsanlar, bugünün faydası için istikbalde elde edilebilecek faydayı feda edebilecekleri gibi bugünkü tüketimleri için istikbaldeki tüketimlerini feda edebilirler. Nitekim önemli kararlarımızın çoğu bugünün faydasının yarının faydasıyla dengelenmesiyle ilgilidir. Örneğin

, bugün kredi kartıyla alınan büyük ekran bir televizyon için üstlenilen borç, istikbalde yapılacak tüketimden fedakârlık gerektirecektir.

Yaptığımız tercihlerle bugünle yarının faydasını dengelediğimiz gibi iş veya eğlenceye ayırdığımız zaman tercihlerini de dengeleyebiliriz. Hayat da ekonomi de yapılan tercihler sonucu elde edilenlerin karşılığında nelerden vazgeçildiği, nelerin feda edildiği hakkındadır. Uzun lafın kısası her sabah yataktan kalkmak ve kahvaltımızı hazırlamak ortalama bir satranç maçında gerekenden çok daha fazla ve çok daha karmaşık kararlar verilmesini gerektirir. İnsanlar bu kararları verebilmek yaptıkları tercihlerin fayda ve maliyetini tartar ve mevcut kaynakları dahilinde azami fayda elde etmeye çalışırlar.

Fayda sadece elle tutulan gözle görünen maddi şeylerden elde edilmez. Orta okul matematik öğretmenliği ve sigara pazarlama müdürlüğü gibi iş teklifleri karşılaştırıldığında, birçok insan için matematik öğretmenliğinin vereceği manevi tatminin faydası, sigara pazarlamacılığının getireceği daha yüksek maaşın sağlayacağı faydanın üstünde olacaktır. Kişisel değer yargılarına göre, bazıları daha fazla manevi tatmin sağlayan matematik öğretmenliğini, diğerleri ise daha yüksek maaş ödeyen sigara pazarlamacılığını tercih edeceklerdir.

Tüketiciler yapılan her tercih, verilen her karar için bir maliyet yarar karşılaştırması yaparlar. Maliyet, kasada ödenen nakitten çok daha kapsamlı bir kavramdır. Gerçek maliyet, bir şeyi elde etmek için vazgeçmek zorunda kalınan şeydir. Genellikle vazgeçilen bu şeyin bedeli kasada ödenen nakitten daha fazladır. Bu bedele fırsat maliyeti diyoruz. Fırsat maliyeti, herhangi bir malın üretimini bir birim artırmak için başka bir maldan vazgeçilmesi sonucu feragatta bulunulması gereken mal ve/veya kazanç miktarıdır. Başka bir deyişle iktisadi bir tercih yapılırken vazgeçilmek zorunda kalınan ikinci en iyi alternatiftir. Örneğin, üniversiteye gitmenin maliyeti sadece 4 yıl boyunca üniversiteye ödediğiniz ücret ve 4 yıl boyunca yaptığınız harcamalar değil, aynı 4 yıl içinde kazanılamayan maaş ve 4 yıl geç emekli olmanın bedeli üniversiteye gitmenin fırsat maliyetini oluşturacaktır. Fırsat maliyeti kavramı seçenekler arasında en iyisinin seçimini sağlar.

Tüketicilerin maliyete tepkisi öngörülebilir. Maliyeti azalan mal ve hizmetler daha fazla arzulanırken, maliyeti artan şeyler daha az kullanılır. Bu her türlü mal veya hizmet için geçerlidir. Örneğin ABD’de bir paket sigara almanın maliyetinde %34 lük bir artış, genç sigara tiryakilerinin sayısını %25 azaltacağı için, 17 yaş altındaki gençler arasında sigara kaynaklı erken ölümlerin 1.3 milyon azalacağı hesap edilmiştir.

Gelişmiş ülkelerde hızla azalan doğum oranı gibi önemli sosyal olguları, bu genişletilmiş maliyet kavramı açıklayabilir. Günümüzde çocuk sahibi olmanın maliyeti 50 yıl öncesine kıyasla çok daha yüksek olduğundan Amerikalı kadınların çocuk doğurma oranında ciddi bir düşüş gözlemlenmiştir. Çocuk sahibi olmanın maliyetindeki artış bir çocuğu giydirmek ve beslemek için satın alınan ürünlerin fiyatlarındaki artıştan kaynaklı değildir. Bu tip maliyetler zaman içinde verimlilik artışları dolayısıyla artacağına azalmıştır. Artan önemli maliyet çocuğa evde bakabilmek için ebeveynlerin birinin, özellikle annenin, işini bırakmasının maliyetinin giderek artmasından kaynaklanmaktadır. Gelişmiş ülkelerde kadınlara sunulan iş fırsatları giderek iyileşmiş olduğundan, kadınların çocuk büyütmek için iş gücünden ayrılmaları aileye çok daha ağır bir yük yaratmaktadır. İkinci çocuğunu doğurmuş bir kadın nöroloğun işini bırakmasının çocuk sahibi olmanın maliyetini ne kadar arttıracağı açıktır. Nitekim 1905 yılında ortalama 3.77 çocuk sahibi Amerikalı kadınlar, 2010 da %45’lik bir düşüşle 2.07 çocuk sahibi olmuşlardır.

Ekonomilerin, tüketicilerin fayda maksimizasyonu hedeflemelerine ek olarak ikinci temel varsayımı, işletmelerin satışlardan elde edilen hasılattan satılanın malın maliyetini çıkararak elde edilen kârı maksimize etmeyi hedeflemeleridir. Köşe başındaki simitçiden bilgisayar imalatçılarına kadar bütün işletmeler mümkün olan en fazla parayı kazanmayı hedeflerler. İşletmeler arazi, çelik, bilgi gibi girdileri birleştirip katma değer yaratırlar. Karlı bir işletme eve 150 liralık malzeme getirip, 300 liralık bir yemek yaratan bir aşçıya benzer. Bu pek de kolay bir iş değildir. Tüketiciler nasıl çeşitli belirsizlikler altında bir sürü karar vermek zorunda iseler, işletmeler de bir yığın belirsizlik altında ne üreteceğine, nerede ve nasıl üreteceğine, ne miktar üreteceğine, ürettiğini kaça satacağına karar vermelidir. Bu kararların verilmesi son derece karmaşık bir uğraştır. Pazar ekonomisinin önemli özelliklerinden biri kaynakları en verimli kullanıma yönlendirmesidir. Brad Pitt’in hayat sigortası satmak yerine Hollywood filmlerinde oynamasının altında yatan neden budur. Her ne kadar Brad Pitt karizmasıyla ortalama bir sigorta satıcısından daha fazla poliçe satabilse de sigorta şirketinden yılda alsa alsa $30-50 bin alabilir. Buna karşılık Hollywood film şirketlerine yüzlerce milyon dolar kazandırabileceği için film başına $30 Milyon alır. Brad Pitt’e en fazla ücreti en fazla katma değer yaratabildiği Hollywood şirketleri verecektir ve Brad Pitt nerede daha fazla kazanırsa doğal olarak oraya gidecektir.

Ürünlere ödenen fiyatlar önemli mesajlar içerir. Bir restoranın müşterilerine her gece tam istedikleri miktarda levrek servisi yapabilmesi fiyatlarla ilişkilidir. Müşteriler menüden levrek seçimlerini arttırdıklarında, restoran balık toptancısına daha fazla levrek siparişi verir. Diğer restoranlarda da levreğe rağbet artıyorsa, restoranlara mal veren toptancıların levrek fiyatında oluşacak artışla, Karadeniz’deki balıkçılar yakaladıkları levreği eskiye oranla daha yüksek bir fiyata satabileceklerdir. Diğer balıklara kıyasla levreğin daha fazla para ettiğini gören balıkçılar hamsi yerine levrek avına çıkmayı tercih edeceklerdir. Diğer yandan levrek tekneleri hem avlanma sürelerini arttıracak hem de artan fiyatların karşılayabileceği daha masraflı avlanma yöntemlerine geçebileceklerdir. Balıkçılar için restoran müşterilerinin memnuniyeti önemli değildir.  Ama balığın fiyatını önemsedikleri için, restoranlar müşterilerinin talep ettiği levrek miktarını müşterilerine sunabilirler. Adam Smith’in dediği gibi masaya yemeğimizi getiren kasap ve fırıncının hayırseverliği değil kendi çıkarlarını gözetmeleridir.

Kan kokusu köpek balıklarını nasıl çekiyorsa kâr kokusu da işletmeleri öyle cezbeder. İşletmeler daha fazla para kazanmak için ürünlerini satabilecekleri pazarları çeşitlendirirler. Yeni pazarlar bulamazlarsa da başka işletmelerin yüksek kâr ettiği pazarlara girerler. Yeni pazarlara girmek her zaman kolay olmayabilir. Birçok piyasada, iş ne kadar kârlı olursa olsun yeni işletmelerin pazara girişi önünde aşılması güç engeller vardır. Bu engeller bazı piyasalarda doğa gereği olabilir. Örneğin, zirai yöntemlerle üretilemeyen, sadece köpekler ve domuzlar tarafından koklanarak bulunan bazı çok pahalı mantar türleri pazarına girişin önündeki engel, koku duygusu güçlü köpek ve domuzlara erişimin zorluğudur.

Giriş engelleri hukuki sistemden de kaynaklanabilir. Örneğin bazı ilaç piyasaları, verilen patent ile üretici firmayı tekele dönüştürdüğünden, yeni firma girişlerine hukuken kapalıdır. Piyasalara giriş politik süreçlerle de engellenebilir. Pazardaki faaliyet gösteren firmalar lobi faaliyetleriyle kanun koyucuları gümrük oranlarını arttırmaya veya kota koymaya ikna ederek piyasalarına girişi engelleyebilirler.

Bazı giriş engelleri daha dolaylıdır. Örneğin hava yolları piyasasına girişin önündeki önemli engel, özellikle işlek hava alanlarında piste çıkış kapılarının güçlü rakiplerin kontrolünde olmasıdır. Internet çağında çok anlamlı olan farklı bir tip giriş engeli ise “ağ etkisi” olarak adlandırılır. Ağ etkisi kavramı bazı ürün veya hizmetlerin kullanıcı gözündeki değerinin kullanıcı sayısı arttıkça yükselmesi anlamına gelir. Ağ etkisini en iyi örneklerinden biri Microsoft Word kelime işlem programıdır. Bilgisayar kullanıcılarının büyük çoğunluğu kelime işlem programı olarak Microsoft Word’ü kullandıkları için, yeni bir program, özellikleri ne kadar üstün olursa olsun veya fiyatı ne kadar ucuz olursa olsun, kelime işlem pazarına girmekte zorlanacaktır. Ağ etkisi kelime işlem program pazarına giriş önünde önemli bir engel teşkil edecektir.

İşletmeler satacakları ürün veya girecekleri pazar seçimine ek olarak seçtikleri ürünleri nasıl üreteceklerine de karar vermelidirler. Kâr maksimizasyonunun bir yolu üretimin maliyetini azaltmaktır. Dolayısıyla bir işletmenin üretim maliyeti, iş gücüne mi yoksa otomasyona mı ağırlık verileceğine bağlı olacaktır.

Özetle işletmeler de tüketiciler gibi bir dizi karmaşık seçenekle karşı karşıyadırlar. Alınan kararlara yön verecek temel prensibin sadeliği şaşırtıcıdır: İşletmeler uzun dönemde kendilerine en fazla para kazandıracak seçimleri yapacaklardır.

Şimdi üreticilerle tüketicilerin bir araya geldiği noktaya bakalım. Pet-shop mağazasının vitrininden size bakan köpek yavrusunu eve götürmek için kaç para ödersiniz? İktisata Giriş dersindeyseniz cevabınız “piyasa fiyatı” olacaktır. Bu arz talep denen şeydir. Satılık köpek sayısının tam tamına tüketicilerin satın almak istedikleri köpek adedine denk olduğu noktada oluşan fiyata piyasa fiyatı denir. Köpek sahibi olmak isteyenlerin sayısı mevcut köpek sayısının üstündeyse köpek fiyatı yükselecektir. Bu durumda bazı olası müşteriler köpek yerine kedi almayı tercih edecekler ve bazı pet-shop sahipleri artan köpek fiyatları karşısında satışa daha fazla köpek sürmenin yollarını arayacaklardır. Köpek arzı köpek talebine eşitlendiğinde piyasa fiyatı oluşacaktır. Bazı piyasalar gerçekten bu şekilde çalışır. Eğer 100 Microsoft hisse senedi satmak isterseniz, borsa da oluşan piyasa fiyatını kabullenmeniz gerekecektir. Microsoft hisselerinin piyasa fiyatı, borsa da satılmak istenen senet adedinin, alıcıların almak istediği senet adedine eşit olduğu noktada oluşan fiyattır.

Piyasaların çoğu ders kitaplarında yukardaki şekilde tarif edilen piyasalara benzemez. GAP T-shirt ’lerinin pazar fiyatı anlık arz ve talebe göre oynamaz. Aksine satışın hangi fiyata yapılacağı GAP in kontrolündedir. Birçok diğer firma gibi GAPin az da olsa pazar gücü (market power), yani satacağı malın fiyatı üzerinde kontrolü vardır. GAP isterse T-shirtlerini düşük birim kârla $6.99’a veya çok daha yüksek bir marjla $14.99’a fiyatlayabilir. GAP t-shirt fiyatını, tabiatıyla satmayı umduğu adedin şirkete azami kâr getireceğini beklediği seviyede belirleyecektir. Tabii ki GAP pazarlamacıları olması gerekenin altında veya üstünde bir fiyat belirleyebilirler. Eğer belirlenen fiyat olması gerekenin altındaysa mal hızla tükenecek, üstündeyse depolar malla dolup taşacaktır.

İşletmelerin aslında kar maksimizasyonu için bir fiyatlama seçeneği daha vardır. “Fiyat ayrımcılığı” yaparak aynı ürün veya hizmeti farklı müşterilere farklı fiyatlarla satabilir. Hava yolları fiyat ayrımcılığını en ustaca kullanan işletmelerdir. Havayolu pazarlamacılığının önemli bir sorunu yüksek ücret ödemeye razı iş amaçlı seyahat eden yolcularla, daha kısıtlı bütçelerle zevk için seyahat edenleri ayırt edebilmektir. Biletlerinin tümünü aynı fiyata satan havayolu işletmesi hiçbir zaman kazanabileceği kârı maksimize edemez. Havayolu, müşterilerin hepsine, iş için seyahat edenlerin fiyatını uygularsa büyük annesini doğum gününde ziyaret edecek müşterileri kaçıracaktır. Zevk için seyahat edenlerin düşük fiyatını tüm yolculara uyguladığındaysa, iş için seyahat edenlerin ödemeye razı olduğu fiyattaki kârdan olacaktır. En akılcı strateji iş için ve zevk için seyahat edecekleri ayırt etmeyi öğrenip her birinden vermeye razı olacakları en yüksek fiyatı alabilmektir. Uçulan varış noktasında cumartesi gecesi kalındığında gidiş-dönüş uçak biletindeki keskin düşüşün sebebi, keyfe keder seyahat eden yolculara ucuza uçuş imkânı verirken, uçtukları şehirde cumartesi gecesini neredeyse hiç geçirmeyen iş adamlarına daha pahalı uçak bileti satabilmektir.

Diğer bir “fiyat ayırımcılığı” örneğini ilaç firmalarının, köpekler ve insanlarda benzer problemler için kullanılan eşdeğer ilaçları, veteriner ilacı olarak köpeklere insanlardan çok daha ucuza satılmasında görebiliriz. Evcil hayvan sahipleri veteriner ilaçlarına insanlarınki kadar yüksek fiyat vermeye razı olmadıkları için, ilaç şirketleri bir ilacın kârını iki ayaklı hastalara dört ayaklı hastalardan daha yüksek fiyata ilaç satarak maksimize edebilmektedirler.

Teknolojik gelişim işletmelerin müşterileri hakkında daha fazla bilgi edinmelerini sağladıkça, müşteriler arasında fiyat ayırımcılığı yaparak kâr maksimizasyonu, daha geniş uygulama alanı bulacaktır. Nitekim günümüzde birçok işletme, müşterilerinin çevrimiçi ve telefonla verilen siparişlerine farklı fiyat uygulamaktadır. Veya çevrimiçi alışveriş yapan farklı müşterilere, evvelce satın aldıklarına bağlı olarak farklı fiyatlar uygulanabilmektedir. Düşünün ki her müşteriye tek fiyatla mal sattığını düşündüğümüz marketler bile bugün etiket üzerinde bir fiyat, kupon kesen müşterilere daha düşük bir fiyat veya mağaza alış- veriş kart kullanan müşterilere farklı fiyatlar uygulayabilmektedir.

Yukardaki paragrafların çıkarımı tüketicilerin fayda, işletmelerinse kâr maksimizasyonu peşinde koşmalarıdır. İlk bakışta bunlar basit kavramlar olsa da bize dünyanın işleyişi hakkında muazzam bilgi verirler.

Serbest piyasa ekonomisi tüketicilerin hayatlarını iyileştiren güçte bir düzendir. İşletmelerin kâr edebilmelerinin tek yolu tüketicilere satın almak istedikleri ürün veya hizmeti ulaştırmaktır. İşletmeler bunu gerçekleştirmek için, sıcağı muhafaza eden kahve fincanından hayat kurtaran antibiyotiklere kadar birçok yeni ürün veya hizmet geliştirirler. Ya da piyasada mevcut bir ürünün daha ucuzunu veya gelişmişini yaparlar. İşletmelerin kâr elde etmek için birbirleriyle rekabeti kuşkusuz tüketicilerin çıkarınadır. 20’nci yüzyılın ilk yıllarında İstanbul New York arasındaki üç dakikalık bir telefon görüşmesinin maliyeti bugünün parasıyla $150 civarındaydı. Aynı görüşme bugün esas itibarıyla bedavadır. Yüksek eğitim, sanat ve tıp sahalarındaki icatlar dahil olmak üzere insanoğlunun yarattığı en mükemmel eserler kâr güdüsünden kaynaklanmıştır.

Pazarların bir diğer önemli bir özelliği, ahlâksız (immoral) olmasa bile ahlâkla ilişkisiz (amoral) oluşlarıdır. Pazarlar satılan ürünleri gerçek değerinden bağımsız olarak fiyatlarlar. Pazarlar sadece kıt olan ürünleri yüksek fiyatla mükâfatlandırır. Doğada kıt olan pırlantanın her bir karatı binlerce lira iken, bol olan suyun neredeyse bedava oluşunun sebebi budur. Pırlantanın olmadığı bir dünya hoşumuza gitmeyebilir ama suyun olmadığı bir dünyada yaşama şansımız yoktur. Piyasalar tüketicilere ihtiyaçları olan ürünleri değil satın almak istedikleri veya satın alabildikleri ürünleri sunarlar. Diğer bir deyişle, piyasalar tüketicilere sadece bedelini ödeyebildikleri ürün ve hizmetleri sağlar. Örneğin dünyadaki birçok ülkenin sağlık sistemi fakirlere veya işsizlere sağlık sigortası sağlamaz. Bunun sebebi fakir veya işsizlerin sağlık sigorta bedelini ödeyememeleridir. En yetenekli doktorlarımız manken ve aktrislere göğüs büyütme ve yüz kırışıklıklarını giderme ameliyatlarını sağlamalarının sebebi ise manken ve aktrislerin bu ameliyatların bedelini ödeyebilmeleridir.

Öte yandan işletmeler de çok kötü şeylere bulaşarak çok para kazanabilirler. Bazı suç örgütlerinin doğu Avrupa ülkelerinden genç kızları kaçırıp zengin ülkelere hayat kadını olarak satmasının altındaki tek neden bu ticaretin kârlı olmasıdır. Aslında kanun dışı yaşayanların ne kadar yaratıcı olduğu hayret vericidir. Uyuşturucu kaçakçılarının uyuşturucu kullananlara ürünlerini ulaştırmak için icat ettikleri, 200 ton kokain taşıyan ev yapımı denizaltılar gibi, birbirinden yenilikçi yöntemler yaratıcılıklarının kanıtıdır.

Serbest piyasa sisteminde kıt kaynakların tahsisini fiyatlar yönlendirir. Ekonomik sistemlerin en temel işlevi kimin ne alabileceğinin tayin edilmesidir. Serbest piyasa sisteminde Galatasaray-Fenerbahçe derbisinin en iyi biletleri, en yüksek bedeli ödemeye razı olan sporseverlere tahsis edilirken, merkezi ekonomik planlama sisteminde partinin seçtiği kişilere tahsis edilir. Yani merkezi planlama sistemlerinde bilet tahsisinin fiyatlarla uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur. Bir Moskova kasabına teslim edilen dana pirzola siparişi merkezi otoritenin tayin ettiği resmi fiyattan satılır. Eğer bu resmi fiyat, eldeki dana pirzoladan daha çok müşteri çekecek kadar düşükse, kasap daha fazla kâr etmek için satış fiyatını arttırmaz. Sadece kuyruğun önünde sıra bekleyenlere pirzolaları satacak ve kuyruğun arka ucundakilerse talihlerine küsecektir. Kapitalizm de komünizm de üretimi paylaştırır. Aradaki fark kapitalizmin bu paylaştırmayı fiyatlarla komünizmin İse kuyruklar aracılığıyla yapmasıdır.

Üretim fiyatla paylaştırıldığından birçok piyasa kendi kendini düzeltebilir veya kendi derdine deva olabilir. OPEK’i örnek verelim: OPEK yıllık toplantılarında üye ülkelere üretim kotası vererek ham petrol arzını sınırlama kararı verdiğinde bu kararı iki oluşum takip eder. Önce ham petrol ve doğal gaz fiyatları artmaya başlar. Hemen sonrasında siyasiler petrol piyasasına müdahale edecek çeşitli önlemleri harekete geçirmeye soyunurlar. Fakat yüksek fiyatlar yüksek ateş gibi hem rahatsızlığın hem belirtisi hem de potansiyel tedavisidir. Politikacılar mecliste çare araya dursunlar, tüketici cephesinde de önemli değişiklikler oluşmaya başlar. Her şeyden önce artan petrol fiyatları karşısında tüketiciler araba kullanımlarını azaltırlar. Yüksek ısıtma faturalarını gören insanlar evlerinin tavan arasına ısı izolasyonu yaptırmaya karar verirler. Benzin içen SUV’lerden vazgeçip, idareli benzin kullanan küçük Japon arabalarını veya toplu taşıma seçeneklerini tercih etmeye başlarlar. Sözün kısası tüketiciler artan fiyatlar karşısında petrol tüketimlerini kısacak bir dizi davranış içine girerler.

Tüketici davranış değişikliklerinin hepsi yukardakiler gibi sağlıklı olmayabilir. Petrol fiyatları artarken birçok tüketici araba kullanımından, tehlikesine rağmen, yakıt verimliliği daha yüksek olan motosiklete geçerler. Artan petrol fiyatlarının sonucu olarak motosiklet kullanımının artması, motosiklet kaza ve ölümlerinde artışa sebep olmuştur. Nitekim “American Journal of Public Health” dergisinin bir araştırmasına göre benzinin galonundaki her $1’lık artış ABD’de ölümle sonuçlanana motosiklet kazalarındaki 1500 ölüm artışıyla ilişkilidir.

Yükselen petrol fiyatı üretim tarafında da bazı oluşumlara sebep olur. Artan petrol fiyatlarından yararlanabilmek için OPEK dışındaki üreticiler daha fazla petrol pompalamaya başlarlar ve evvelce ekonomik olmayan kuyuları da üretime sokarlar. OPEK üreticileri ise artan fiyatlar karşısında üretim kotalarını aşmaya çabalarlar. Bu arada yüksek IQ sahibi bir insan ordusu alternatif enerji kaynakları bulmak ve pazarlamak üzere ciddi bir çalışma içine girerler. Sonuçta arz talebi aşacağı için ham petrol ve benzinin fiyatı da zaman içinde ağır ağır düşme eğilimine girer.

Serbest piyasa ekonomilerinde işletmeler, fiyatlar sabitlense de fiyat dışı rekabet yolları bulurlar. Benzin istasyonlarındaki tuvaletlerin temizliğini, marketlerindeki yiyecek içeceğin çeşit ve kalitesini ve müşterilere verilen servisi, akaryakıt fiyatları devlet tarafından sabitlenmiş olduğu için fiyatın bir rekabet aracı olarak kullanılamamasına borçluyuz. Hava yollarının bilet fiyatları 1978’deki deregülasyona kadar sabit tutulduğundan, rakipler sunulan yiyecek-içecek kalitesi, koltuk genişliği ve rahatlığıyla, hosteslerin nezaketiyle rekabet ederlerdi. Örneğin, New York İstanbul arası uçan Delta ve Swiss Air seferlerinde fiyatlar sabit olduğundan servis kaliteleriyle rekabet ederlerdi.1978 deregülasyonuyla birlikte hava yolları, yolcuların en önemli kriteri olduğunu düşündükleri bilet fiyatı üzerinden rekabete başlayınca, ekonomi sınıfında sunulan yolculuğun kalitesi hızla düştü fakat bilet fiyatları daha da hızlı düştü. O zamandan beri bir uçak seyahati ile ilgili herşey cazibesini kaybetmiş olmasına rağmen enflasyondan arındırılmış ortalama bilet fiyatları yarı yarıya düştü.

Serbest piyasalarda her alışveriş, işleme katılmış ekonomik aktörlerin hepsinin çıkarınadır. Bu basit fikrin çok güçlü bir etkisi vardır. Tahrik edici bir örnek verelim: Uzak doğudaki kötü çalışma şartlarında düşük ücretle işçi istihdam eden işyerlerindeki asıl sorun, düşük ücretle kötü çalışma şartlarında işçi çalıştırıyor olmaları değil, bilakis bu tip işyeri sayısının yetersiz kalışıdır. İşçiler düşük ücretli kötü çalışma şartlarına iki nedenle razı olabilirler: Ya bu işyerleri çalışılabilecek işyerleri arasındaki en iyi seçenektir. Ya da daha cazip iş imkanları varken işçiler düşük ücretli kötü çalışma şartlarına razı olacak kadar zekâ fakiridirler. Bu tip atölyelerin kapatılmasını talep eden uluslararası ticaret karşıtlarının inandıkları varsayım bu ikinci nedene inanıyor olmalarıdır. Fakir ülke insanlarına, uluslarası ticaret karşıtlarının istediği gibi, çalıştıkları atölyelerin kapatılmasının nasıl iyi geleceğini anlamak zordur. Kötü çalışma şartlı atölyelerde istihdam edilen işçilerin çalıştıkları atölyelerin kapatılması, ancak bu tip işletmelerde çalışanlar iş seçerken daha iyi şartlar sağlayan iş fırsatlarını göz ardı etmişlerse çıkarlarına olabilir. İşin gerçeği, atölye sayısında olacak artışın, yaratılacak istihdam dolayısıyla toplumun çıkarına olacağıdır. Nitekim, Güney Kore ve Tayvan gibi ülkelerin gelişiminde bu atölyeler çok önemli rol oynamışlardır.

İktisat biliminin insanların daima kendi durumlarını iyileştirecek şekilde davrandıkları varsayımı üzerine inşa edilmiş olması, akla insanların gerçekten bu kadar akılcı (rasyonel) olup olmadığı sorusunu getirir. Gerçekte insanların o kadar da rasyonel olmadıkları bilinmektedir. “Katı akılcılık” fikrine en dramatik meydan okuma, ilk bakışta budalaca gibi görünen bir gözlemden kaynaklanmıştır. Yıllar önce iktisat profesörü Richard Thaler misafirlerine bir yemek daveti vermişti. Thaler misafirlere sunduğu fındıkların davetliler tarafından avuç avuç yendiğini görür ve davetlilerin iştahı kaçmasın diye fındık tabağını kaldırır. Thaler’in müdahalesi sonucunda davetlilerin fındık tabağına erişimi engellenince davetliler kendisine teşekkür eder. Bu anekdot mikro ekonominin temel ilkesinde bir yanlışlık olduğunu gözler önüne serer. Teorik olarak, akılcı insanların durumları ellerindeki seçeneklerden birinin alınmasıyla iyileştirilemez. Avuç avuç fındık yemenin iştahlarını kaçırmasını istemeyen akılcı insanların fındık yemeyi durdurmaları gerekir. Ama durdurmazlar. Bu gözlemin anlamı tuzlu fındığı aşar. İnsanların, kilo vermek, sigarayı bırakmak, emeklilik için kenara para koymak gibi, uzun dönemde kendi durumlarını iyileştireceğini bildikleri tedbirleri alacak disiplini yoksa toplumun yardımı veya zorlamasına ihtiyaçları olacaktır.

Psikoloji ile ekonominin birlikteliğinden doğan Davranışsal Ekonomi, insanların nasıl karar verdiğine odaklanan bir bilim dalıdır. Princeton Üniversitesi profesörü Kahneman ve arkadaşları, “sınırlı akılcılık” kavramını geliştirerek çoğumuzun karlarını sezgi veya pratik kurallara göre verdiğini tesbit etmişlerdir. Davranışsal ekonomistler sezgi ve pratik kurallara göre verilen bu kararların tüketicilerin uzun dönemde elde edilecek faydayı nasıl azaltacağını açıklamaya çalışırlar. Örneğin insanlar risk ve olasılık konusunu pek de iyi anlamadıkları için motosiklet sürücülüğünün tehlikesini uçak yolculuğuyla denk olduğunu düşünür. Halbuki, kilometre başı motosiklet kullanmanın tehlikesi uçağınkinden 2000 kat daha fazladır veya bir motosiklet yolculuğun ölümle sonuçlanma ihtimali uçağınkinden 14 defa daha olasıdır. Eğer hızlı bir motosiklet yolculuğundan elde edilecek keyfin sağlayacağı fayda kişiye göre alınan riske değiyorsa bu kararın akılcılığı şüphe götürmez. Ama motosiklete binme kararını veren kişi gerçek risk olasılığını anlamıyorsa bu karar pek de akılcı olmayabilir.

Davranışsal ekonomi, çoğu günlük hayatımızın parçası olan potansiyel hatalarımızı tesbit eder. Öncelikle insanların çoğunda gereken özdenetim yoktur. Sigara içicilerinin %80’i sigarayı bırakma istediklerini söyleseler de çoğu bırakmaz. Bazı önde gelen iktisatçılar, “akılcı bağımlılık” (rational addiction) kavramını öne sürmüştür. Yani, bu iktisatçılara göre kişi ilk paket sigarasını alırken, bağımlı olma olasılığını ve bağımlılığın ilerde yaratacağı maliyetleri hesaba katmaktadır. Diğer yönden farklı iktisatçılar, haklı olarak standart ekonomik modelin varsaydığı gibi, tüketicilerin sigara içmenin vereceği keyifle ilerdeki sağlık riskini ve maliyetlerini karşılaştırmadan sigara içme kararını aldıklarını öne sürerler.

Bazı ortamlarda akılcı kararlar verebilmek için gereken temel bilgi sahibi olmadığımız için akılcı kararlar veremeyiz. Örneğin Dartmouth Üniversitesi profesörlerinden Lusardi toplumda faiz hesabı yapabilme becerisinin bile eksik olduğu, yatırım çeşitliliği ile risk sınırlanması kavramının bilinmemesi gibi finansal okuryazarlık eksikliğinin yaygınlığına dikkat çekmiştir. Rasyonel olmayan davranış ve kararlardan tabii ki biz de başkaları da zarar görebilir. Örneğin, tüm dünyayı sarsan 2008 küresel finansal krizi rasyonelliği şüphe götüren bir dizi davranıştan kaynaklanmıştır.

Serbest piyasa ekonomisi veya kapitalizmin birçok bakımdan adil olmadığı şüphe götürmez. Devlet yönetiminde demokrasi ne ise, ekonomide serbest piyasa düzeni odur: bir sürü kötü seçenek arasından kusurlu olsa da düzgün bir seçim. Piyasalar kişisel hürriyet ÖZGÜRLÜK görüşlerimizle uyumludur. Çoğumuz devletin, nerede yaşayacağımızı, hayatımızı nasıl kazanacağımızı ve paramızı nereye harcayacağımızı dikte etmesini istemeyiz. Her ne kadar Afrikalı bir sürü BİRÇOK çocuğa aşı imkânı vermektense köpeğimizin doğum günü pastasına para harcamak mantıksız bir davranışsa, paramızı köpeğimize doğum günü pastası almak yerine Afrikalı çocuklara aşı için harcamaya zorlayan bir sistem ancak baskıyla bir arada tutulabilir. Yirminci yüzyılın komünist rejimleri, ekonomilerini kontrol edebilmek için vatandaşlarının hayatlarını kontrol ederdi. Maalesef sonunda hem ekonomilerini hem de vatandaşlarının hayatlarını harap ettiler. Yirminci yüzyıl içinde komünist hükümetlerin savaşlar dışında 100 Milyon vatandaşlarını aç bırakarak ya da zulmederek katletmiş oldukları inkâr edilemeyecek bir gerçektir.

Serbest piyasa ekonomik sisteminin insanın doğasıyla uyumu potansiyelimizin gerçekleşmesinde son derece başarılı olmuştur. İnsanoğlu doğrudan fayda göreceği zaman daha çok çalışır ve bu genellikle toplumun da çıkarına olur.

Vermek istediğim son önemli mesaj, piyasaların daha iyi çalışmalarını sağlamak için hükûmet müdahalesinin gerekli olduğudur. Yirminci yüzyılda ekonomik sistem savaşı, kapitalizmin kazandığı, kapitalizm ile komünizm arasındaki savaştı. Bugün solcular bile devletin üretim araçlarına sahip olmasının faydasına inanmakta güçlük çekiyorlar. Günümüzde, birçok makul insan devletin hangi şartlarda nasıl serbest piyasalara müdahale etmesi gerektiği hakkında veya kapitalizmin kötü muamele ettiği kişilere nasıl bir emniyet ağı sağlaması gerektiği konusunda hemfikir değildir. Yirmi birinci yüzyılın ekonomik sistem savaşları artık serbest piyasalarla merkezi planlama sistemleri arasında değil, serbest piyasalara ne kadar ve nasıl müdahale edilmesi gerektiği hakkında olacaktır.

Düşünce ve Eleştirileriniz?

techstat